Malezya’da “Bunga Raya” olarak bilinir. Yani büyük ve soylu çiçek olarak. Peki neden bir çiçeğe böyle bi’ anlam atfetmiş olsunlar ki? Bağımsızlıklarını simgelediği, birlik ve bütünlüklerini temsil ettiği için. Verdikleri bağımsızlık mücadelesini, millet olarak kenetlenme gayelerini bir çiçek vasıtasıyla somutlaştırmaya çalışmışlar.
Peki bir insan neden kendine Japon Gülü der ki? Yalnızca çekik gözlere sahip olmasından ötürü kullanılan bir lakap olduğu için mi? Çocukluk yıllarımda böyle olduğunu zannederdim. Çekik gözlerim, gözlerimi kapatan kahküllerim ve tombul yanaklarım yüzünden Japon’lara benzetilerek uğradığım şakalar ve alaylar yüzünden kendimi hiç sevemezken; kuzenimin beni “Japon Gülü’m” diyerek sevmesiyle bu lakap benim için bana yapılan şakaların aksine; tatlı gelir, beni mutlu ederdi. Sonrasında ilerleyen dönemlerde yaşadığım sıkıntılar, talihsizlikler, benim ve ailemin başına gelen dertler silsilesi içerisindeyken; Japon Gülü’ne atfedilen güç simgesini hayatımla bağdaştırmaya çalıştım. Bu bakış açısıyla anlatmaya çalıştım Japon Gülü’nün hikayesini. Ama bugün dönüp baktığımda bağımsızlığı temsil eden Japon Gülü’nün hikayesinin kendi hikayem olduğunu keşfediyorum.
İnsanın dönüşümü ve gelişimi sonsuz bir yolculuk. Ama bu yolculuktaki en önemli nokta, gelişimin sadece hayatımıza yön veren eylemlerle değil asıl olarak bakış açımızı değiştirmekle başladığının farkındalığına varmak bence. Ben hikayeme eskiden hep negatif yanlarıyla bakmayı tercih ederdim. Belki alışkanlıktan, belki farkında bile olmadan aldığım hazdan, belki de kolaya kaçma eğilimimden. Asıl gücün, yaşadığım dertlere karşı ayaktayım derken bile, aslında hiç fark etmeden o dertlerin içinde savrulmaktan değil de o dertleri bir kenara bırakabilmeyi başarıp, pozitif kalabilmek olduğunu geç fark ettim. Asıl bağımsızlık savaşını, çevremdeki dertlere karşı değil de zihnimde beni olduğum yere esir eden prangalara karşı vermem gerektiğini de geç fark ettim ne yazık ki.
İnsan kendi karamsarlığına esir düştüğü sürece, kendi zihninin derinlerinde gezen düşüncelere karşı bağımsızlığını kazanamadağı sürece; hayatında karşısına çıkacak hiçbir sorundan kurtulmanın yolunu bularak, gerçekten bağımsız bir birey olamaz bence. Kendi karamsarlığıyla kendinin en büyük düşmanı olur, kendini olduğu yerde saymaktan da öte bir negatifliğe taşıyarak geriye çeker, kendine derin dehlizlerde acı çektirir. Sonra da dönüp bir bakar ki tek bildiği acıdan beslenmek olmuş, alıştığı tek “konfor alanı” ise dertlerinin içinden ibaret bir hale gelmiş. Sonrasında da bundan haz almaya başlamak ve hayatta her şeyi negatif görmeye başlamak gelir.
Asıl dertler hiçbir zaman dışardan gelmez. O dertleri zihnimizde nereye ve ne şekilde konumlandırdığımızla ilgilidir tüm mesele.
Ben de bugün geriye dönüp baktığımda kendimi zihnimin dehlizlerinde karanlıkta bıraktığım için özür dileyerek kendimden, yeni bir bağımsızlık yolcuğuna adım atıyorum hayatımda. Önce kendi zihnimdeki kara bulutlardan bağımsızlaşmaya çalışarak. “Japon Gülü’ne” farklı anlamlar yükledim kendimce. Kendimi hep oldum, tamamlandım sandım; hiçbir zaman eksiksiz tamamlanamayacağımı fark edemeden. Sizlere Japon Gülü’nün hikayesini anlatmaya çalıştım. Hergün bir bağımsızlık savaşı verdiğini düşünürken, asıl savaşı en çok da kendine karşı veren Japon Gülü’nün hikayesini.